Yasak elmalar

En İlkel İçgüdü

2019.10.13 20:28 s_v_m En İlkel İçgüdü

Savaş ülkesini harap etmişti. Ayodele etrafına baktığında tek gördüğü şey toz bulutlarıyla kaplanmış molozlardı. Bazı yıkıntıların altında hâla cesetler vardı. Ayodele daha 16 yaşındaydı ama cesetler artık onu artık pek etkilemiyordu. Daha bir hafta önce annesini, babasını ve daha bebek olan kardeşini o halde görmüştü. Ailesinden bir tek amcası kalmıştı ama o da kendisini işgalcilere satmıştı.
Amcasının adı Adetokunbo idi. Adetokunbo eskiden zengindi. Hep beyaz takım elbise ve siyah gömlek giyerdi. Kravat takmazdı. Her zaman gömleğinin ilk üç düğmesini açardı. Sadece kırk bir yaşında olmasına rağmen ellilerinin sonunda gibi gösterirdi. Saçları ağarmış, beli hafif kamburlaşmıştı. Hep gülen bir yüzle dolaşırdı ama onu tanıyanlar bu gülüşün gerçek olmadığını bilirdi. Kumarı severdi ve aç gözlüydü. Bir fabrikatördü. Savaştan önce kap kaçak üretirdi. Savaş yakınken ülkesi için mühimmat üretmeye başladı. Savaş ülkesiyle birlikte amcasını da fakirleşmişti ama amcası fakirlerden nefret ederdi. Ona göre fakirler çöpten farksızdı. Hele bir de dilenciler vardı. Dilenciler yaşamayı bile hak etmiyordu. Adetokunbo ne yaparsa yapsın fakirlikten kurtulmalıydı. Çareyi de işgalcilere mühimmat satmakta buldu.
Ayodele amcasını savaştan önce de sevmezdi ama savaş sonrasında yaptıklarından dolayı artık ondan nefret ediyordu. Ona göre ailesini öldüren amcası Adetokunbo’ydu ama yaşamak onun için önce gelirdi. Planı askerlerden kaçarak bir şekilde amcasına ulaşmak ve onun koruması altına girmekti. Zor olacaktı ama bir şekilde başarmalıydı.
Ayodele şu anda harabeye dönmüş şehirde tek başına dolaşıyordu. Muhtemelen saldırıdan sağ çıkan yoktu. Ayodele başkentte yaşıyordu. Başkent yıkıldıktan sonra komşu şehirlere kaçtı. Bu şehir de geldiği dördüncü şehirdi. Saldırıdan kıl payı kurtulmuştu. Saldırı sırasında şehirde değil, yakınlardaki bir dağdaydı. Şimdi de şehirden geriye kalanlarla bir süre daha hayatta kalmayı düşünüyordu. Biraz meyve ve su buldu. Onları yiyerek yola koyuldu. Yalnızdı. Savaş ondan çok şey almıştı ama öğrettikleri de vardı. Bunlardan biri hayatta kalmanın yalnızlıktan geçtiğiydi. Kimseye ihtiyacı olmadığı zaman, işte o zaman Ayodele’nin zirvesiydi. Yalnız olsa da yaşayacaktı.
Başka bir şehre ulaştı. Bu şehir diğerlerinden farklıydı. Saldırıya uğramamıştı. Boştu ama saldırılmamıştı. Ayodele mutlu oldu. Kendi kendine “Bu şehirde daha çok erzak olmalı.” dedi. Girdiği evde sofranın hazır olduğunu gördü. Yemekler ılıktı. Sofraya oturdu ve yedi. Evden çıktığında amcasının fabrikalarından birinin bu şehirde olduğunu hatırladı.
Fabrikaya doğru gitmeye başladı. Fabrikanın da tahliye edilmiş olduğunu düşünüyordu ama denemeliydi. Fabrikaya yaklaştı. Yakınlardaki bir evin penceresinden seyretmeye başladı. Eski bir uçak hangarından devşirilmiş bir fabrikaydı. Etrafı çitlerle kaplıydı. Çitlerle yolun birleştiği yerde iki asker kapının başında bekliyordu. O sırada bir kamyon fabrikaya yaklaştı. Askerler kamyonu kontrol ettikten sonra kapıyı açıp içeri aldılar. Kamyondan on iki asker indi ve yarısı gözetleme kulelerine, ikisi kapıdaki bekçilerin yerine, dördü de fabrikanın içine yöneldi. Ayodele o sırada aynı pozisyonlardaki askerlerin de kamyona yöneldiğini gördü. Bu an, fabrikaya girmek için en iyi andı.
Beklemeye başladı. Başka bir kamyonun gelip yeni askerler getirmesini bekledi. Her yirmi dakikada bir yalnız olup olmadığını kontrol etti. Başka bir evde bulduğu tabancayı sıkıca elinde tuttu. O, silah kullanmayı bir süreliğine asker olarak işgalcilere karşı savaşırken öğrenmişti. Gece boyunca kamyonlar geldi geçti. Hiç biri asker getirmedi. Sabaha karşı başka bir kamyon geldi. Ayodele gözlerini kamyondan ayırmadı. Bu sefer asker getirmesini umdu. Gerçekten de asker getiriyordu. Yerinden fırladı. Hemen alt kata indi. Kamyon içeri girdi. Askerler kamyondan dışarı çıktı. Kapıdakiler ve kulelerdekiler yerlerini terk etti. O anda Ayodele içeri koştu. Fark edilmeden çitlerden geçti. Kendisi de bunu yapabildiğine şaşırmıştı.
Fabrikaya girdiğinde bir anlığına mutlu oldu. Fabrika tahliye edilmemişti. Amcasının bu yoksul insanları böyle ölesiye çalıştıracak kadar pislik birisi olduğunu hatırladı. Buna rağmen ona ulaşmalıydı. Gizli bir şekilde üst kata çıktı. Odalar vardı. Müdürün odası, muhasebecinin odası, ustabaşının odası. En sonda bir oda daha vardı. Bu odanın ne odası olduğu yazmıyordu. Onun yerine amcasının adı vardı. Bir an tereddüte kapıldı. Ya amcası onu yanına almazsa? Ya amcası gerçekten o kadar pislikse? Ayodele bunları kafasından atıp odaya yöneldi. Kapıyı dört kere tıklatıp içeri girdi.
Odada bir tek amcası vardı. Önündeki kağıtlara bakıyordu. Hiç değişmemişti. Aynı beyaz takımı giyiyordu. Ayodele’ye bakmadı bile. Amcası kapıdan içeri bir çalışanın girdiğini sanarak:
─ Odayı kokutuyorsun! Çık dışarı!
─ Ben geldim.
─ Ne? Neden geldin?
─ Annem öldü. Babam öldü. Kardeşim öldü. Bir sen kaldın.
─ Bu yüzden mi geldin? Çık dışarı!
─ Nasıl yani? Ailen öldü ve sen hiçbir şey hissetmiyor musun? Canavar!
─ Çık odamdan! Çık fabrikamdan! Paçoz, rezil şey seni!
Adetokunbo sinirlendi. Bekçileri çağırdı. Bekçiler onu götürürken Ayodele sessizce boyun eğdi. Tekrar yalnızdı. Bir daha hatırladı: “Hayatta kalmak yalnızlıktan geçer.”
Bayılmıştı. Uyandığında da bir kamyonun içindeydi. Hareket etmeye çalıştı ama elleri kelepçeliydi. Etrafında askerler vardı. “Ne oldu?” diye sordu. Askerlerden biri “Fabrikaya girmişsin. Oraya girmek yasak. Şimdi de cezanı çekeceksin.” dedi. Ayodele şaşırdı. Aynı zamanda da çok yorulmuştu. Gözleri yavaş yavaş kapandı.
Uyandığında yerdeydi. Hâla kamyonun sesini duyuyordu ama giderek uzaklaşıyordu. Kamyonda atılmıştı. kelepçeleri çıkmıştı fakat sırtında inanılmaz bir ağrı vardı. Kalktı. Etrafına baktı. Umutsuzluğa kapıldı. Etraf bomboştu. Şehirler yoktu. Ses yoktu. Hayvanlar yoktu. Sadece düzlük ve uzaklarda bir dağ vardı. Yalnızdı. Dağa doğru yola koyuldu.
İki gün boyunca yalnız, aç ve susuz ilerledi. Dağa ulaştı. Açlıktan karnına ağrılar girse de devam etmeliydi. Dağın eteklerinde bir ırmak gördü. Neşeyle ırmağa doğru koştu. Son anda kendini durdurdu. Az kalsın ırmağa düşüyordu. Irmakta hızlı bir akıntı vardı. Düşseydi ölürdü. Çok korkmuştu. Irmakta susuzluğunu giderdi ama hâla açtı. Yemesi gerekiyordu. Etrafta hayvanlar vardı ama onları kovalayamayacak kadar bitkindi. Tekrar etrafına baktı. Ağaçlara gözü ilişti. Sonbahar mevsimi olduğu için ağaçlarda elmalar vardı. Karnını elmalarla doyurdu. Uzun zamandır bu kadar lezzetli elmalar yememişti.
Akşam kendisine bir mağara buldu ve mağaranın içine yerleşti. Ateş yaktı. Yattı. Kendisine çalı çırpıdan bir yatak yaptı. O gece düşündü. Savaşı düşündü. Ailesini hatırladı. Ağlamaya başladı. Ailesini çok severdi. Ailesi ona şimdiki yalnızlığını unutturan tek şeydi. Yalnızlık onun hem bir ağırlık, hem de bir zayıfıktı. Ayodele o gece en önemli şeyin hayatta kalmak olduğunu anladı. Hayatta kalmak için de yalnız kalmak gerekliydi.
Edit: Bunu 2 sene önce edebiyat ödevi olarak yapmıştım. Piç edebiyatçı 45 verdiydi aq ırkçısı.
submitted by s_v_m to KGBTR [link] [comments]